Ve şaşkın bir yüz
Kapıdan bana
Görenler haklıdır
“Ben kaybolmuştuk duygusu kadar korkuncum” dedi
Ama Allahım
Benden nasıl korkulur
Ben asla göğün sisli çatılarında gezen başıboş ve uçarı bir uçurtmadan başka bir şey değilim
Hiçbir şey değilim
Aşkımı, isteğimi, nefretimi, derdimi
Kabristanda, gece garipliğinde ölüm adındaki fare kemirdi
Ve şaşkın bir yüz
O ince çizgiyi takip etti
Rüzgâr önüne kattıklarını
Anbean bozup şekillendiriyordu
Gecenin gizli hareketinin çaldığı
Yumuşak ve uzun saçları
Gece boyunca yayılıyordu
Deniz dibindeki yosunlar gibi
Pencerenin öte yanında gidiyordu
Ve bağırdı
“İnanın bana Ben yaşamıyorum”
Ben onun ardından birikmiş karanlığı
Ve çamların gümüş meyvelerini, şimdi
Görüyordum, ah, ancak o...
O tüm bunların üstünden kayıp gidiyor
Ve uçsuz bucaksız kalbi doruklara çıkıyordu
Sanki yeşil ağaçların sezgisiydi
Gözleri sonsuzluğa bakıyordu
Haklısınız
Ben hiçbir zaman ölümümün ardından
Cesaret edemedim aynaya bakmaya
Ve o kadar ölmüşüm ki
Hiçbir şey ölümümü artık
Tutamaz
Ah!
Acaba bir cırcırböceği sesini
Gecenin koynunda, aya doğru kaçan
Bahçenin derinliklerinden duydunuz mu?
Düşünüyorum da bütün yıldızlar
Kaybolmuş bir göğe göç etti
Ve şehir, şehir ne kadar sessiz
Geçtiğim yollar boyunca
Soluk renkli heykeller
Ve tütünle karışık çöp kokan
Birkaç çöpçü ve uykulu gece bekçilerinden başka
Hiçbir şeyle karşılaşmadım
Yazık
Ölmüşüm
Ve gece hala
Sanki aynı anlamsız gecenin devamı
Sustu
Ve kocaman gözleri
Ağlayışın acı ve kederiyle doldu
Siz yüzlerinizi
Hayatın perdesinin gölgesinde
Saklamışsınız
Acaba ara sıra da olsa bu acı gerçeği
Düşündünüz mü?
Bugün yaşayanlar
Bir dirinin tortusundan başka bir şey değil
Sanki çocukluk
Daha ilk tebessümünde yaşlanmış
Kalp - ana başlıklarıyla oynanmış bu silik kitap-
Artık ağırlığının itibarına
Güvenmeyecek
Belki alışkanlık olunca
Üretmeyenlerin sürekli tüketmesi
Temiz, yalın ve insani değerler
Yokluk uçurumuna sürüklendi
Belki ruhu
Issız bir adanın yalnızlığına
Sürgün ettiler
Belki ben cırcirböceği seslerini rüyamda gördüm
Mızraklarına yaslanmış sabırla bekleyenler
O rüzgâr ayaklı süvariler mi?
Ve bu eğilmişler, zayıf, afyon yutmuş
O derin düşünceli, temiz ârifler mi?
O halde doğru, doğru, insanın
Artık çıkış ümidi yok
Ve âşık kızlar
Uzun nakış iğneleriyle
Çabuk inanan gözlerini parçaladılar
Şimdi kargaların çınlayan çığlıkları
Seher vaktinin derin uykularında
Hissedilebiliyor
Aynalar kendine geliyor
Yapayalnız şekiller
Kendini uyanıklığın ilk uzantısına
Ve uğursuz kâbusların gizli hücumlarına
Teslim ediyor
Yazık
Ben bütün anılarımla
Kanlı efsanelerden başkasını söylemeyen kanla
Ve hiçbir zaman kendini böyle aşağılatmamış gururla
Fırsatımın bitiminde ayaktaydım
Ve dinliyorum: Ses yok
Ve şaşırıyorum: Bir yaprak bile kımıldamıyor
Ve onca temizliğin nefesi olan ismim
Artık kabirlerin tozunu dahi kaldıramıyor
Titredi
Götürdü ve çöktü kendi içine
Yalvaran elleri yarıklardan
Uzun ahlar gibi, bana
Uzandı
Soğuk
Ve rüzgâr yollarımı kesiyor
Bu diyarda, şimdi
Kaybolan çehresiyle
Karşılaşınca dehşete kapılmamış birisi var mıdır?
Vakti gelmedi mi
Bu kapının açılmasının, tekrar, tekrar, tekrar
Gökyüzünün yağmasının?
Vakti gelmedi mi insanın kendi cenazesinde
Ağlayarak namaz kılmasının
Belki inleyen kuştu
Veya rüzgâr, ağaçların arasında
Ya da ben kalbimin çıkmazında
Dert, utanç, hayıflanma dalgaları gibi
Yükseliyordum
Ve pencereden görüyordum
İki el, iki acı dolu serzeniş
Ve ellerime doğru uzanarak
Yalancı şafağın aydınlığında
Çözünüyordu
Ve soğuk ufukta bir ses
Bağırdı
“Allahaısmarladık”