Aşkım
Utanmaksızın çıplak bedeniyle
Güçlü baldırları üzerinde ölüm gibi durdu
Gelişigüzel çizgiler
Asi endamını
Güzel yapısının
İzliyordu
Aşkım
Sanki unutulup gitmiş nesillerden artakalan
Bir Tatar sanki
Gözlerinin kuytularında
Daima bir atlının pususunda
Bir Berberi sanki
Dişlerinin kamaşmasında
Avın sıcak kanının çekiciliği kapılmış
Aşkım
Tabiat gibi
Açık ve çaresiz bir anlama sahip
Benim kırılganlığımla
Gücün değişmez kanununu
Onaylıyor
O vahşice özgür
Güçlü bir içgüdü gibi
Issız bir adanın derinliklerinde
Temizliyor
Mecnun’un çadırından artakalan parçalarla
Ayaklarından yolların tozunu
Aşkım
Tanrı gibi
Nepal tapınaklarında
Sanki varlığının başlangıcından
Habersiz kalmış
Geçmiş yüzyıllardan bir adam
Güzelliğin asaletini hatırlatan
O kendi göğünde
Bir bebeğin kokusu gibi
Daima masumiyetin hatıralarını
Çağrıştırıyor
O Halk dilinin güzel bir türküsü gibi
Çelik gibi sert ve çırılçıplak
O saf bir aşkla seviyor
Hayatın zerrelerini
Toprağın zerrelerini insanlığın kederlerini
Temiz kederleri
O saf bir aşkla seviyor
Köyde bir bahçe köşesini
Bir ağacı
Bir külah dondurmayı
Çamaşır ipini
Aşkım
Sade bir insan
Sadeliklerin insanı ben onu
Acayip uğursuz bir yerde
Şaşırtıcı bir yolun son işareti gibi
Göğsümün çalıları içinde
Saklamışım